30 yıl önce Türkiye Bilişim Vakfı (TBV), “teknolojiyi anlatan” değil “teknolojinin dönüştürdüğü toplumu, ekonomiyi ve kültürü anlamlandıran” bir sivil akıl olarak yola çıktı. O günden bugüne internetin yaygınlaşmasından veri çağının yükselişine ve bugünse yapay zekânın gündelik yaşama dahil olmasına uzanan süreçte TBV’nin hikayesi, Türkiye’nin dijitalleşme yolculuğunun da yansıması.
Yaşam Blog için Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı ile TBV’nin 30 yıllık hikayesinin onun için ne anlama geldiğini konuştuk.
Kuruluş günlerinde Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) hangi ihtiyaca cevap vermek üzere doğdu? O yılların Türkiye’sinde “bilgi toplumu” fikri sizin için ne ifade ediyordu? TBV’nin misyonunu kurgularken teknoloji temelli kırılımların bireye, topluma, kurumlara etkisini anlamaya yönelik bir oluşum ne anlama geliyordu?
Türkiye Bilişim Vakfı’nın kuruluş günlerine döndüğümüzde, aslında bir dönemin kapanışını ve başka bir dönemin henüz adını bile koyamadığımız sessiz açılışını hissediyorduk. Türkiye, koalisyonların, magazin manşetlerinin ve günlük tartışmaların içinde kendi içine kapanmış gibiydi. Dünyada ise bir avuç insan “internet” diye bir şeyden bahsetmeye başlamıştı. O kadar küçük bir azınlıktı ki… Küresel kullanıcı sayısı 39 milyondu; yani dünya nüfusunun binde yedisi. Bugün bu rakam %73. İnsanlık, birkaç on yılda görülmemiş bir bağlantılılık düzeyine taşındı.
Bizim için mesele hiçbir zaman teknolojinin kendisi değildi. Ne kablolar ne modüller ne sunucular… Asıl ilgilendiğimiz, teknolojik kırılımın insanı, kurumları ve toplumsal yapıyı nasıl dönüştüreceğiydi. O günlerdeki temel sorumuz şuydu: “Bu değişim bize ne anlatıyor ve biz buna nasıl hazırlanacağız?”
Ben internetle 1993’te tanıştım. Türkiye’deki ilk on bin kişiden biriydim. Bugünden geriye bakınca şunu çok daha iyi anlıyorum: Biz aslında bilgi toplumu fikrinin, yani bireyin güçlendiği, sınırların anlamını yitirdiği, hiyerarşilerin esnediği bir çağın eşiğinde duruyorduk. TBV, tam bu eşiği fark eden küçük bir grup insanın “Bu bir kırılım, burada durmak olmaz” refleksiyle doğdu.
Kuruluş vizyonumuz, teknolojiyle dünyayı açıklamak değil; teknolojinin dönüştürdüğü dünyada bireylere, şirketlere, kamuya, sivil topluma yeni bir yön bulmak ve yön gösterebilmekti. Bugün baktığımda, bu vizyonun o dönem için ne kadar erken ve ne kadar cesur olduğunu daha iyi görüyorum.
Otuz yılda TBV’nin en iyi yaptığını düşündüğünüz en kritik üç şey nedir? Somut sonuçlarla paylaşabilir misiniz?
1. Türkiye’nin dijital dönüşüm politikalarına yön vermek.
TBV’nin en görünür, en ölçülebilir katkılarından biri, Türkiye’de bilgi toplumuna geçiş için oluşturulan politika çerçevelerine destek vermesi oldu.
E-devlet, dijitalleşme stratejileri, veri koruma, rekabetçilik, internet erişimi gibi alanlarda ürettiğimiz raporlar ve katıldığımız müzakereler, bugün hâlâ kullanılan bir ekosistem zihniyetinin temellerini attı.
Bir STK için bu, hafife alınmayacak bir katkı: fikir üretmek değil, fikri sistemin içine yerleştirmek.
2. Dijital okuryazarlık ve yetkinlik ekosisteminin şekillenmesine katkı vermek.
Türkiye’de internet kullanıcı sayısı 30 bin bile değilken, biz teknolojiyi bir yetkinlik ve kapsayıcılık meselesi olarak ele aldık. Gençlere, kadınlara, girişimcilere yönelik dijital farkındalık ve yetkinlik programları, bugün geriye dönük baktığımızda TBV’nin toplumsal etkisinin en güçlü parçalarından biri oldu. Bu çalışmalar sadece birkaç eğitim programı değildi, Türkiye’de teknoloji okuryazarlığı kavramının yerleşmesine katkı veren çalışmaydı.
3. Özel sektör–kamu–STK-akademi arasında bir iş birliği modeli kurmak.
Dört farklı dünyanın bir araya gelebildiği bir alan yaratmamız önemli oldu. Türkiye ve dünyadan özel sektörün dinamizmi, kamunun ölçeği, akademinin bilimsel altyapısı ve sivil toplumun insanlara dokunuşu benzer hedefler için değerli iş birlikleri oluşturabildi. Bu da yeni modeller üretmemize, farklı yönetişim biçimleri önermemize olanak tanıdı.
Bugün yapay zekâ TBV’nin yeni hikâyesinin merkezinde. “Artık teknolojiyi kullanmıyoruz; onunla birlikte yaşıyoruz” diyorsunuz. Bu yeni paradigma içinde TBV’nin öncelikleri neler? Türkiye bu dönüşümü nasıl fırsata çevirebilir?
Bugün yapay zekâ sadece bir teknolojik sıçrama değil; insanlığın hikâyesini yeniden yazma potansiyeline sahip bir kırılım noktası. Ben bu dönemi, internetin yarattığı yatay dönüşümden çok daha derin bir paradigma değişimi olarak görüyorum. Artık teknolojiyi elimizde tuttuğumuz bir araç gibi kullanmıyoruz; onunla birlikte düşünüyor, üretiyor, karar veriyoruz. Bu nedenle TBV’nin yeni hikâyesinin merkezine koyduğu şey, yapay zekânın ekonomiye, yönetişime ve topluma getirdiği bu devrimi iyilik için teknoloji anlayışıyla yönlendirebilmek. Teknolojinin yarattığı hızın ve belirsizliğin ortasında, asıl soru şudur: Bu kırılım, insanın ve gezegenin yararına nasıl çalışacak?
TBV’nin önceliği tam da bu noktada başlıyor: Yapay zekânın sadece rekabet veya verimlilik aracı değil, sürdürülebilirlik, etik yönetişim ve toplumsal fayda için bir model üretme zemini olarak ele alınması. Manifestomuzda da vurguladığımız gibi, endüstri döneminin kurumları ve değerleri bu çağın ihtiyaçlarını karşılamıyor. Yeni paradigma; şeffaf algoritmalar, yeni etik ilkeler, hakkaniyetli veri kullanımı ve sürdürülebilirlik temelli performans göstergeleri gerektiriyor. TBV bu yeni çerçevenin Türkiye’de oluşturulması için çalışıyor: hem teknolojiyi güvenilir kılmak hem de iyilik için teknolojiye dayalı modellerin yaygınlaşması için.
İyilik için teknoloji vizyonunun bir diğer boyutu da insan kaynağının dönüşümü. Geleceğin yetkinlikleri yalnızca teknik becerilerden ibaret değil; sistem düşüncesi, etik muhakeme, ortak akıl, krizlerde dayanıklılık ve belirsizliğin içinden değer üretebilme… Türkiye’nin genç nüfusu burada bir avantaj. “Akışkan beyin” dediğimiz dönüşüme açık, hızlı öğrenen zihinler ile deneyimin getirdiği “kristalleşmiş beyin” birlikte çalışabildiğinde, teknoloji sadece ekonomik büyüme değil, toplumsal güçlenme üreten bir araca dönüşüyor. TBV bu potansiyeli ortaya çıkarmak için yeni öğrenme modelleri, yeni katılım mekanizmaları ve yeni iş birliği ekosistemleri geliştiriyor.
Son olarak, iyilik için teknoloji ancak toplumun tüm kesimlerine yayıldığında gerçek anlamda sürdürülebilir olabilir. Bu nedenle TBV’nin en önemli önceliklerinden biri de yapay zekâ uygulamalarını geniş bir tabana erişilebilir kılmak. Bu uygulamaları da tabii gezegenin faydasına yapmak. Büyük şirketlerin elinde yoğunlaşan bir teknoloji geleceği eşitsizlik üretir. Oysa TBV’nin hikâyesi, teknolojiyi demokratikleştiren, sürdürülebilirliği merkeze alan, gezegenin bütünlüğünü gözeten yeni bir toplumsal model üretmekle ilgilidir. Kısacası, TBV’nin bugün attığı adımlar teknolojiye teslim olmadan, teknolojiyi iyilik için, insan için ve dünya için yeniden tasarlama çabasıdır.
Her büyük kırılım etik, ekolojik ve toplumsal bir sınav getiriyor. Sizin vurguladığınız “insan merkezli teknoloji” bu sınavları nasıl aşabilir?
Her büyük kırılımın bir de karanlık yüzü oluyor. Son otuz yıl bize şunu gösterdi: Teknoloji sadece ilerleme getirmiyor, aynı hızla belirsizlik, kontrolsüzlük ve etik boşluklar da yaratıyor. Bugün yapay zekâ, veri ekonomisi, merkeziyetsiz sistemler ve küresel ağlar, eski düzeni yıpratırken aynı zamanda denetim mekanizmalarını da geride bırakıyor. Kırılımlar bize olağanüstü fırsatlar sunarken, kendi gölgelerini de beraberinde taşıyor.
Eski paradigmaların kurumları, değerleri ve kuralları bu yeni dünyayı taşımakta zorlanıyor hatta çoğu zaman içgüdüsel bir dirençle kırılımları yavaşlatmaya çalışıyor. Ama gri alanlar büyüyor; algoritmaların önyargıları, ekolojik tahribat, dikkat ekonomisinin sosyal dokuya verdiği zarar… Bu alanları kendi başına bırakırsanız, teknoloji sizi dönüştürür — ama nasıl bir şeye dönüştürdüğünü bilemezsiniz.
Benim için “iyilik için teknoloji” tam da bu noktada anlam kazanıyor. Bu, teknolojiyi romantikleştirmek değil; kırılımların karanlık tarafını yönetebilmek için yeni modeller üretme iradesi. Bilimsel düşünceyi, etik ilkelere dayalı yönetişimi, sürdürülebilirlik temelli performans göstergelerini ve tüm ekosistemi kapsayan ortak aklı merkeze koymak… Çünkü yeni paradigma, ancak bu değerlerle inşa edilirse karanlığa karşı koyabilir.
TBV’nin otuz yıllık yolculuğunda sizi en çok etkileyen, “iyi ki yaptık” dediğiniz işler neler oldu?
30 yıl, hem bir ülkenin hem de bir insanın hayatında uzun bir yolculuk. Geriye dönüp baktığımda beni en çok etkileyen şey, tekil projelerden çok bir kültürün oluşmuş olması.
Türkiye’nin dijitalleşme vizyonuna erken dönemde cesaretle sahip çıkmamız bence çok değerli. İnternet 30 bin kişinin kullandığı bir lüksken, biz bu ülkenin geleceğini burada görüyorduk.
Bugün o erken adımın kıymetini çok daha iyi anlıyorum.
İkinci olarak, gençlere ve topluma yönelik geleceğin yetkinliklerini kazandırma projelerimiz Türkiye için her zaman çok önemli oldu. Bugün bu eğitimleri alan pek çok genç, giderek iş dünyasına girmeye başladı. Yakın zamanda birçok karar alıcı pozisyondaki insan “Ben üniversitedeyken TBV’nin eğitim programlarına katılmıştım” diyecek.
Ve son olarak da, insan ve gezegen merkezli teknoloji kavramını Türkiye’nin gündemine sokmamızla gurur duyduğumu söyleyebilirim. Teknolojiyi yalnızca bir teknik alan değil, toplumsal ve etik bir mesele olarak ele almak… Bu yaklaşım, bugün yapay zekâ tartışmalarının merkezinde. Bunların her biri, bir kurumun değil bir topluluğun başarısı.