Yeni bir çağın kapısı çoktan aralandı. Küresel ölçekte, ekonomi modellerini şekillendiren dinamikler giderek değişiyor. Yapay zekâ tabanlı teknolojilerin yükselişi, endüstri çağının normlarını geride bırakıyor. Dünya ülkelerinin sorunları belki de daha hiç olmadığı kadar ortak: İklim krizi, göçler, yeryüzü kaynaklarının giderek tükenmesi, ekonomik çalkantılar… Peki, dünya bu yeni çağa ne kadar hazır ve bu hızlı dönüşümle nasıl başa çıkabilir? Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı ile Ekonomist, Akademisyen ve TEPAV Üst Yöneticisi Prof. Dr. Güven Sak gezegenin, toplumların ve iş dünyasının yarınlarını konuştu…

Kırılım çağı olarak adlandırılan bu hızlı değişim dönemine dair öngörüleriniz neler?

Faruk Eczacıbaşı: İnternetle birlikte “endüstri çağı”nın bittiğini kabul edersek, endüstri dönemi sonrasına benim vereceğim isim “kırılım çağı” olurdu. Her bir kırılım (disruption) koyduğumuz sınırları zorluyor, bireyin özgürlüğünü artırabiliyor, kontrol mekanizmalarının etrafından dolaşıyor ve bence en önemlisi hikâyeleri eskitiyor. 

Toplumların temelini aslında hikâyeler oluşturuyor. Hikâyeler de temel vizyonları yaratıyor. Şu anda yaşanan en önemli kök sorunun, alışılagelmiş hikâyelerin geçerliliğini kaybetmesi ve yerine yenilerinin konulmaması olduğunu düşünüyorum. Dünyamızı, geleceğini bildiğimiz ama hazırlanmakta direndiğimiz birtakım tehlikeler bekliyor. Küresel ısınma, kirlenme, enerjilerin sürdürülebilmesi, doğal kaynakların tüketilmesi… Bunların hepsi yeni bir küresel hikâyenin parçası olabilir. 

Bu hikâye eksikliği sebebiyle yeni ekonominin temelini oluşturan veri üretimi ve analizi, yönetimi, böyle bir küresel vizyonu güçlendirmek yerine geçmiş endüstriyel dönemin vizyonlarının aracı haline geliyor. Bu hem gezegeni kirletiyor hem de eşitsizlikleri artırıyor. Hâlbuki bu veri gücü bambaşka bir hikâye adına da kullanılabilir.

Bugün genellikle değişimlerin, teknolojinin baş döndürücü bir hızına bağlandığını görüyoruz ve hepimizin aklı karışıyor. Bu kafa karışıklığı içinde, teknoloji nereye çekerseniz oraya gidiyor. 

Geleceğin sorunlarına odaklanan bir hikâyenin temel taşlarını oluşturursanız, hukuki veya yönetişim gereklerini yerine getirirseniz, teknoloji de o zaman doğru yöne kanalize olacaktır. Ancak sorunun ne olduğunu irdelemek, üzerinde çalışmak ve uzun dönemli bir bakış açısıyla ciddiye almak gerekli.

“Şu anda yaşanan en önemli kök sorunun, alışılagelmiş hikâyelerin geçerliliğini kaybetmesi ve yerine yenilerinin konulmaması olduğunu düşünüyorum.”

Yeni dünya düzenini hangi dinamikler şekillendirecek?

Güven Sak: Bugün hem küresel hem bölgesel hem de ulusal düzeyde derin bir güven krizi var. Eski ile birlikte eskinin iletişim kanalları, eskinin konuşma konuları, bir nevi, ortadan kalktı. Yeni daha tam ortaya çıkmadı. Bu durumda, ülkeler arasında bir güven krizi var. Neden? Teknolojik değişim ile derin bir dönüşüm sürecinin içinde olduğumuzu biliyoruz ama yarın bu dönüşümün her birimizi nereye atacağını tam bilmiyoruz. Herkes birbirini kolluyor.

Güvensizlik bölgesel ve ulusal düzeylerde de mevcut. Bakın Türkiye’nin etrafına, iş modelini kaybedecek bir sürü ülke var. Kuzeyde Rusya’dan güneyde Suudi Arabistan’a. Değişmek kimse için kolay değil. Bir hâlden ötekine geçecekler. Alışkanlıklarını bir kenara bırakıp alışmadıklarına alışacaklar.

Aynı değişim ulusal düzeyde de derin bir güvensizlik krizine neden oluyor. Nasıl? Dönüşüm süreci eşitsizlikleri, gelir kayıplarını beraberinde getiriyor. Tüm toplumlarda karşılıklı güvensizlik, mutsuzluk ve tepki yaratıyor. Trump başkan oluyor, Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor. Her yerde ve bu arada Türkiye’de de sistem dışı hareketler güçleniyor.

Siyasetten ekonomiye her alanda derin değişikliklerin olacağı bir sürecin içinde, herkes değişimden nasıl en az etkilenip yerini nasıl koruyacağını düşünüyor. Kimseye de güvenmiyor. Unutmayalım, daha önce bizim bildiğimiz böyle bir dönem olmadı. Böyle bir dönemde eskinin iletişim kanalları, iş birliği mekanizmaları, siyasi partileri ve anlayışları ile yeniyi inşa etmek pek zor.

Ülkelerin toplum kesimlerinin birbirleri ile selamı sabahı kesmeleri de olacak iş değil. Soru nedir? Bu ortamda kaybettiğimiz güveni yeniden nasıl inşa edeceğiz? Nasıl yeni iş birliği mekanizmaları bulacağız? Açıktır ki, angajman olmadan, bağlantı kurmadan, birbirimizle konuşmadan, kendi fanusumuzun içinde kalarak karşılıklı güven ve saygıyı ihdas edemeyiz.

Artık ulus ötesi tehditler çağındayız. Pandemi öyleydi, iklim değişikliği de öyle. Mülteci akımları da farklı değil. Aşırıcılıkla mücadelenin karakteri de tamamen aynı. Nasıl geldik bugüne? Ben doğduğumda dünya nüfusu üç milyar civarındaydı, şimdi sekiz milyarı geçti. Üstelik herkesin tüketim kalıbı da birbirine benzemeye başladı. Çinliler et yiyor, şehirlerde oturuyor artık. Ulus ötesi tehditler bu hızlı dönüşümün getirdiği sarsıntılarla yakından alakalı. Teknolojik değişim dönüşümü hızlandırdı, sarsıntılara yol açtı ve yeni tehditler ortaya çıktı. Şimdi bunlarla baş etmeye çalışıyoruz.

Tüm bunlara, bu tehditlere tek bir ülkenin içinde çözüm üretebilmemiz mümkün değil. Çözüm bulamazsak sarsıntılar daha da büyüyecek, güven bunalımı derinleşecek. Ne yapacağız?

Yeni angajman kurallarının merkezine iklim değişikliği ile ilgili politika diyaloğunu yerleştireceğiz mesela. Yeni çağın giderek büyüyen müşterek tehditlerine ortak çözümler bulmak için birlikte çalışacağız. Doğrusu ben ikili her meselenin bu yeni düzlemde ele alınabileceğini düşünüyorum. Güveni yeniden ihdas etmek için daha çok konuşmamız ve birlikte adım atmamız lazım.

“Yeni dünyanın tehditlerine tek bir ülkenin içinde çözüm üretebilmemiz mümkün değil. Çağımızın giderek büyüyen müşterek tehditlerine ortak çözümler bulmak için birlikte çalışacağız.”

Böyle bir zamanda öngörülmezliği yönetmek ne anlama geliyor?

Faruk Eczacıbaşı: “Acaba ‘öngörülemezlik’, bizim alışılagelmiş düşünce kalıplarımızdan ve kurumların yapılaşmalarından mı kaynaklıyor?” diye sormak isterim. Tabularımızdan kurtulup, yeterli derecede beyaz sayfa açmaya hazır olduğumuzda, “bilinmezlik”leri de daha fazla kontrol altına alabileceğimizi düşünüyorum. Bugün zaman zaman kendi iç sorunlarımızın çözülemezliğinden bunalıyoruz. Hâlbuki dünyanın neresine giderseniz gidin aslında kök sorunların aynı olduğunu görüyorsunuz. Sorunlar sadece kültürel, tarihsel, hatta yönetimsel nedenlerle yüzeye farklı yansıyabiliyor.

Geleceğin sorunları küresel ise hikâyeye de küresel bir bakış açısı katmanız ve temel yapıyı ona göre tanımlamanız gerekiyor.

Uçakların 50 milyon yolcu sayısına ulaşması için 68 yıl gerekti. Televizyonun yayılması 22 yıl sürdü. İnternet aynı sayıya yedi senede ulaştı. Instagram’ın 17 ayda geldiği konuma ChatGPT iki haftada geldi. Üretken (Generative) yapay zekânın bir anda gündeme gelmesi, bahsettiğimiz öngörülmezliği öne çıkardığı için ülke yönetimlerini telaşa düşürdü. ABD, Çin ve Avrupa Birliği, bu sürece her biri kendilerine yakın felsefelere dayanan üç ayrı sistemle cevap vermeye ve süreci kontrol etmeye karar verdiler. Belki AB biraz olsun geleceğe yönelik birtakım sorulara odaklandı. Hâlbuki madem sınırları aşan yapılardan konuşuyoruz, gezegenimiz için genel geçer bir ortak ilkeler zincirini temel olarak kabul etmek gerekir diye düşünüyorum. “Öngörülemezlik”in süresi gittikçe kısalıyor, ancak biz gezegen olarak şimdilik yalnızız ve kaynaklarımızı torunlarımızın torunlarına bırakmak zorundayız.

Sürdürülebilirlik ve inovasyon kavramlarını günümüz ekonomik bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu kavramlar dünyanın ve Türkiye’nin ekonomik geleceğinde nasıl bir rol üstlenecek?

Güven Sak: Yeni meseleler yeni yaklaşımlar gerektiriyor. Meselelerin karakteri değiştikçe, çözümlerin niteliğinin de farklılık göstermesi gerekiyor. Bugün içinde olduğumuz teknolojik değişimin siyasi ve sosyal sonuçlarını yarın için tam olarak kestiremiyoruz. Fakat geleceği orta ve uzun vade olmak üzere iki dönem için düşünürsek, yeni teknolojilerin bize sunduğu araç seti bir yandan orta vadede öngörülebilirliği artıran bir yaklaşıma sahip olmamızı da sağlayabiliyor. Özellikle şirketlerde değişimi sağlamak ve öngörülebilir ihtiyaçlara yönelik akademik ortamı yönlendirmek, yani doğru politika araçlarını devreye sokmak aslında mümkün olabiliyor.  Burada ana konu, bu yeni ortamda araç setlerinin değiştiğini görmek ve yaklaşımlarımızı buna göre yeniden şekillendirmek.

Örneğin, yeşil dönüşümü zorunlu hale getiren regülasyonlarla birlikte tekstil değer zincirinde ne tür malzemelere ihtiyaç olacağı ve bu malzemelerin ihtiyaçlarla uyumlu şekilde geliştirilmesini hızlandıran yapay zekâ temelli malzeme platformlarını kullanmak gibi. Bu yeni malzemelerle birlikte doğan yeni tip makine ihtiyacına yönelik makine sektörünü yönlendirmek gibi. Bunun bir diğer konusu, çalışanlara yönelik modelleri ve yetenek setini veriye dayalı yönlendirmek. Aynı zamanda şirketlerin hem ekonomik hem de çevresel sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda dönüşüme nereden başlamalarının anlamlı olacağını tahmin edebilir öngörü modelleri gibi. Örnekleri artırabiliriz ama hep konumuz; meselelerin karakteri değiştikçe yeni tip araçlara ve yaklaşımlara ihtiyacımız olduğunu kabul edip hazırlığımızı öyle yapmak.

Bir yandan da şunu görmek mümkün: Bu teknolojik değişim, batıdaki yaşlanma krizine çözüm olmak üzere, hayatın her alanında insan emeğini teknolojinin yeni araçlarının alması için tasarlanırsa, nüfusun görece daha genç olduğu yerlerden yoğun bir göç olacak, aşırıcılık daha da artacak. Ne olacak? Ulus ötesi tehditler büyüyecek.

O zaman sürdürülebilirlik ve inovasyon sürecini her mekânın kendi özelliklerini dikkate alarak yeniden düşünmeye başlamamız lazım. Teknolojik değişim, inovasyon süreci, her derde çare tek tip bir çözüm üretmek zorunda değil. Her yerin, her mekânın kendi özelliklerini dikkate alarak ortak problemlerimize, ulus ötesi tehditlere, müşterek çözümler bulmak zorundayız. Kolay mı? Değil. Ama işe böyle başlamamız lazım.

“Teknolojik değişim, inovasyon süreci, her derde çare tek tip bir çözüm üretmek zorunda değil. Her yerin, her mekânın kendi özelliklerini dikkate alarak ortak problemlerimize, ulus ötesi tehditlere, müşterek çözümler bulmak zorundayız. Kolay mı? Değil. Ama işe böyle başlamamız lazım.”

Türkiye Cumhuriyeti, yakın bir zaman önce yeni yüzyılına adım attı. Dünyada yaşanan bu değişimler eşliğinde, yeni yüzyılında Türkiye’nin sahip olduğu avantajlar neler? Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı olarak teknoloji çağında Türkiye’yi nerede ve nasıl konumlandırıyorsunuz?

Faruk Eczacıbaşı: Her ne kadar bölgesel olarak konumumuzun ve ekonomimizin çok önemli olduğunu kabul ediyorsam da Türkiye’nin en önemli avantajının insan sermayesi olduğunu düşünüyorum. Konuyu coğrafya sınırları içinde değerlendirmek istemiyorum. Her ne kadar son zamanlarda “beyin göçü”nden şikayet ediyorsak da bu bizim “beyin gücü”müzün kökünün bu bölgede olmadığı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin yeni yüzyılında, Türkiye’nin imzasını dünyaya taşıdığını görmek isterim.

Cumhuriyetinin yeni yüzyılına adım atan Türkiye’nin yeni hikâyesinin ana taşıyıcıları neler olmalı?

Güven Sak: Hızlı bir teknolojik değişim sürecinin içinde geride kalmamak önemli. Ortadaki yeşil ve dijital dönüşüm süreci, ticaretimizin, yaşama biçimimizin temel parametrelerini değiştirecek. Burada bir hâlden diğerine geçerken bu geçişin adil olması, daha fazla mutsuzluk, daha fazla eşitsizlik yaratmaması için ne yapmamız gerektiğini şimdiden düşünmeye başlamamız elzem.

Avantajımız, şimdilik dünyanın en zengin pazarı olan AB’ye yakınlığımız ve Gümrük Birliği’ni modernize ederek güçlü bir dekarbonizasyon ve dijitalizasyon yapısal reform gündemine sahip olabilme ihtimali. Unutmayalım ki, AB, başka ülkeleri dönüştürebilme mekanizmasına sahip, Amerika’nın aksine.

Yeni yüzyılın ana hikâyesinin ben meşveret, karşılıklı konuşma ve güven inşası olduğunu düşünüyorum. İlk yüzyılın başında da öyle yapmıştık. Erzurum’da, Sivas’ta, İzmir’de, Ankara’da o vakit ne yaptıysak öyle yapacağız. Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecini devam ettireceğiz, Gümrük Birliği modernizasyonu da bunun temel mekanizması olacak. Bu çerçevede, evet, Avrupa Birliği Türkiye’nin stratejik önceliğidir.

“Değişim yeni fırsatları da beraberinde getiriyor. Fırsatlara odaklanmakta fayda var. Kapanan kapılara değil, açılan kapılara bakmak lazım.”

Dünyanın geleceği için iyimser mi yoksa kötümser bir noktadasınız? Neden?

Faruk Eczacıbaşı: Bilinmezlik veya öngörülemezlik, aslında kendi içinde hem tehlikeler ama aynı zamanda da fırsatlar barındırıyor. Aslında her kırılım, uygarlık yolundaki koşucuların arasındaki farkları kapıyor, onları aynı hizaya yaklaştırabiliyor. Bundan sonra yapılması gereken, koşudaki kondisyonu doğru ayarlayıp aradaki farkın kapanmasını fırsat olarak değerlendirmek.

Güven Sak: Kötümser olmanın bir manası yok. Kötümserlere kalsaydı dünya zaten 1950’lerden beri birkaç kere yok olmuştu. Olmadı. Ben iyimserim. Hayat iyimserdir. Türkiye’nin ilk yüzyılda önemi hiç azalmadı, daha da arttı.

Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’ye ve küreseldeki gelişmelere orta vadeli bakmak gerektiğini, anın sarsıntılarına kapılmamak gerektiğini öğrenmiş olmamız lazım. Doğru yere odaklanmak önemli. Değişim yeni fırsatları da beraberinde getiriyor. Fırsatlara odaklanmakta fayda var. Kapanan kapılara değil, açılan kapılara bakmak lazım.