Eczacıbaşı Topluluğu CEO’su Atalay Gümrah: "Sürdürülebilirlikte seferberlik yılımız"
Eczacıbaşı Topluluğu CEO’su Atalay Gümrah’ın, Hürriyet Gazetesi ile Nisan 2022’de gerçekleştirdiği özel röportajın metnidir.
Sürdürülebilirlik çatılarını üç aşamada kurguladıklarını belirten Eczacıbaşı Topluluğu CEO’su Atalay Gümrah, “Üretim süreçlerimizde, daha az kaynak kullanarak, daha çok geri kazanım yaparak tesislerimizde sürdürülebilirliğe ve döngüselliğe ağırlık veriyoruz. Ürettiğimiz ürünlerin yaşam döngüleri içinde sürdürülebilirlik diğer bir alan… Özellikle yapı ürünlerinde su kullanımını, enerji kullanımını azaltan ürünlere, çözümlere odaklanıyoruz” dedi.
İklim değişikliğine dair tartışmalar, kamu, sivil toplum ve iş dünyasının uzun zamandır gündeminde… İklim değişikliğinin hayatımızı, ekonomileri ve değer yaratma süreçlerimizi nasıl değiştireceğinin yeterince anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Algının herkeste eşit olduğunu söylemek güç. Ancak farkındalığın her geçen gün yükseldiğini izliyoruz. İklim krizinin olumsuz etkilerini doğrudan veya dolaylı olarak tüm dünyada daha fazla hissediyoruz, yaşıyoruz.
Sel baskınları, orman yangınları, kuraklıklar, her yıl yenilenen en sıcak yıl rekorları, eriyen buzullar gibi birçok gösterge aslında insanlığa, bizlere iklim değişikliğine dair çok önemli sinyaller veriyor.
Küresel sıcaklık artışının bu yüzyılın sonuna kadar 1,5 0C’nin altında tutulması için çok hızlı ve çok güçlü bir sosyal ve ekonomik dönüşüme ihtiyaç var. Bunun yanı sıra “iklim değişikliğine uyum” konusunda da ülkelerin ve şirketlerin dönüşmesi için kaynaklara, teknolojiye ve finansmana erişim çok kritik bir nokta.
BM Çevre Programı’nın yayınladığı “Adaptation Gap Report”a göre, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum için ihtiyaç duyduğu finansman 2050 yılına kadar yıllık geniş bir aralıkta 280-500 milyar dolara ulaşabilir. Dünya Ekonomik Forumu’nun da paylaştığı, yeni bir araştırmaya göre ise küresel ekonomi, iklim değişikliği nedeniyle 2050 yılına kadar toplam ekonomik değerinin %10'unu kaybedebilir.
İklim krizinin etkilerine karşı hem ülkelere hem de iş dünyasına çok önemli görevler düşüyor.
2015’te Paris’te 197 ülke küresel sıcaklık artışını “2 derecenin altı” ile sınırlandırmak ve 1,5 dereceyi hedeflemek için kolektif olarak emisyonlarını azaltmayı kabul etti. Bu hedefi karşılamak için her ülkeden, emisyon azaltımına katkıda bulunmaları ve 2025 veya 2030’a kadar hedefler belirlenmesi istendi. Türkiye bu çabanın sizce neresinde?
Türkiye COP26 İklim Zirvesi öncesinde Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’te onayladı ve 2053’te karbon-nötr olacağını ilan etti. Böylelikle Türkiye, Ulusal Katkı Beyanı’nı güncelleyeceği ve 2053 hedefi için yol haritasını belirleyeceği bir sürece girdi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız da bu yönde kapsamlı bir çalışma ve çaba içinde…
Sektörlere özel strateji ve eylem planı hazırlıklarını içeren “Ulusal İklim Değişikliği Uyum Eylem Planı” çalışmalarını başlatan Bakanlığımız tarafından Şubat ayında düzenlenen İklim Şurası’nda, ulusal ve uluslararası yeşil finansman kaynaklarının oluşturulması, karbon fiyatlandırma araçları ve sınırda karbon düzenlemesi gibi birçok önemli konu masaya yatırıldı. Bizler de bu çalışmaları, gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz.
Bir yandan da Paris İklim Anlaşması’nı temel alan en kapsamlı dönüşüm, en büyük ticaret ortağımız AB’de Yeşil Mutabakat ile yaşanıyor. Gelecek 30 yılın projesi olan Yeşil Mutabakat’ı 1980’li yıllarda AB’nin oluşturduğu “tek pazar” dönüşümü ile kıyaslayabiliriz. Türkiye’de 2015 yılından bu yana sera gazı emisyonlarının izlenmesine yönelik bir sistem var. Ancak, henüz bir karbon fiyatlandırma mekanizmamız yok. Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı içinde karbon fiyatlandırma konusu öncelikler arasında sıralandı. Halihazırda yürütülen çalışmalarla, Türkiye’ye özel mekanizmanın geliştirilmesini bekliyoruz. İş dünyası, sanayiciler olarak gelişmelere en hızlı şekilde uyum sağlamalıyız. Avrupa’daki düzenlemelere paralel olarak ülkemizde de çerçevenin en kısa sürede netleşmesini umuyoruz. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız tarafından hazırlığı süren iklim kanununun kapsamlı ve bu noktada oldukça belirleyici unsurlar içermesini bekliyoruz.
Türkiye’nin Avrupa’ya paralel şekilde hazırlandığını söyleyebilir miyiz?
Ülkemizdeki gelişmeler olumlu. İklim Değişikliği ile ilgili mevzuatlar konusunda Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı başta olmak üzere pek çok bakanlığımız koordinasyon içinde gayret gösteriyor. Bu dönüşümü hem yaşadığımız yerkürenin sürdürülebilir geleceği, hem de ülkemizin Avrupa ile olan ekonomik ilişkilerin sağlığı açısından mecburuz ve bu yolda başarı kazanabileceğimize içtenlikle inanıyorum.
Ülkemizin sürdürülebilir kalkınması ve rekabetçiliği için iş dünyası, sivil toplum ve kamu büyük çaba harcıyor. Ayrı ayrı çabalarımız pek çok alanda ülkemiz için önemli bir değer yaratıyor. Ancak, bugün kurulmakta olan yeşil ekonomik düzene ortaklık için bunun yeterli olmayacağını, başarı için iş birliğiyle daha fazla çaba göstermemiz gerektiğini anlıyoruz.
Burada en önemli konu, enerjide dönüşüm. Bu dönüşümde, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ve enerji kaynaklarının verimli kullanımı öne çıkıyor. 10 yıl öncesine kıyasla bu dönüşüm daha kolay ve maliyeti daha düşük. Elektrik üretiminde karbon emisyonunu nasıl azaltacağımızı biliyoruz. Öncelikle bunu yapmalıyız. Sonra ekonomide nerede enerjiye ihtiyaç varsa, orada fosil yakıt yerine elektrik kullanmaya çalışmalıyız, bunu yaparken de elektriğin üretiminde adım adım yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneleceğiz. Enerji arz güvenliği açısından da yenilenebilir enerji potansiyelinin, portföy yönetiminin bir parçası olarak maksimum seviyede değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. İthal enerji arzında oluşabilecek sıkıntılara karşı seçeneklerimizi de bu şekilde artırabileceğimizi düşünüyorum. Bunun önemini Avrupa Ukrayna-Rusya gerginliğinde birebir yaşıyor, bizler geçtiğimiz ayların soğuk kış günlerinde İran’dan gelen gazın azalması ile yaşadık, ileriye yönelik daha kalıcı ve sürdürülebilir çözümlere yatırım yapmak zorundayız. Evet, bazı sektörler için bu söylendiği kadar kolay değil. Ama olanaksız değil. Bunun için elimizde gerekli teknolojiler var. Maliyetleri de her geçen gün iyileşiyor. Tüm bunlara ek olarak hidrojen gibi son derece umut veren enerji seçenekleri üzerindeki çalışmalar yoğunlaşıyor.
Bu aşamada özellikle yüksek enerji kullanan sanayi kuruluşlarını temiz enerji yatırımlarına teşvik etmenin, bu yatırımların fizibilitesi önündeki bariyerleri kaldırmanın özel sektörü kendi enerjisini yenilenebilir enerjiye dönüştürmekte çok büyük bir ivme yaratacağını düşünüyorum.
Eczacıbaşı Topluluğu olarak kendinizi bu dönüşüme nasıl hazırlıyorsunuz?
Sürdürülebilirliği, “Çevre, Toplum ve Kurumsal Yönetim”, yani İngilizce kısaltması ile ESG şemsiyesi altında yönetiyoruz. 2022’yi, ESG alanında bir seferberlik yılı olarak görüyoruz. Bu konu Topluluğumuzda sadece bir departmanın ya da bir grup arkadaşımızın sorumluluğu değil çünkü… Somut, izlenebilir ve ölçülebilir hedeflerimiz var.
Sürdürülebilirlik Eczacıbaşı Topluluğu’nun ana iş stratejileriyle entegre edilen ve düzenli performans takipleriyle yönetilen bir konu. Hedeflerimizi ortaya koyup, gelişimimizi ölçüyoruz. Bu konuyu, kendimize, yaşadığımız topluma ve yerküreyi paylaştığımız tüm canlılara karşı sorumluluğumuzun bir parçası olarak görüyoruz.
Sürdürülebilirlik çatımızı üç aşamada kurguluyoruz. Üretim süreçlerimizde, daha az kaynak kullanarak, daha çok geri kazanım yaparak tesislerimizde sürdürülebilirliğe ve döngüselliğe ağırlık veriyoruz. Ürettiğimiz ürünlerin yaşam döngüsünde sürdürülebilirliğe odaklanıyoruz… Özellikle yapı ürünlerinde su kullanımını, enerji kullanımını azaltan ürünlere, çözümlere odaklanıyoruz. Yönetim yaklaşımında ise sorumlu kaynak kullanımını esas alan, işin, toplumun ve dünyanın geleceği için tasarlanan yaklaşımları, yönetim kararlarını önceliklendiriyoruz. Odaklandığımız üç alan var: Organizasyon, önceliklerin tespiti, stratejinin ve yol haritasının belirlenmesi… Yetkin takımlar, titizlikle belirlenmiş öncelikler ve bu önceliklerin gereklerini yerine getirmeyi mümkün kılacak strateji ve taktikler… Bütün bunları, bizi bu yolda başarılı kılacak formül gibi görüyoruz.
Bu yolculuk bizim için yeni de değil, 2006 yılında Birleşmiş Milletler Global Compact’i imzaladık. 2008’den bu yana düzenli olarak sürdürülebilirlik performansımızı raporluyoruz. 2010 yılından bu yana tüm temel sürdürülebilirlik performans göstergelerimizi raporluyor ve aynı zamanda bağımsız denetim kuruluşlarınca denetleniyoruz. 2013 yılında Kadının Güçlendirilmesi Prensipleri’ni imzaladık. 2019 yılında İş Dünyası Plastik Girişimi’nin de ilk imzacılarından biri olduk.
Yaptıklarımızı elbette yeterli görmüyoruz. Bu çerçevede Yeşil Mutabakatın da Türk sanayisi için yeni bir mücadele ve fırsat kapısı olduğuna inanıyorum.
Yakın vadede önceliklerinizi nasıl sıralıyorsunuz?
İki alanı özellikle önceliklendiriyoruz. Bunlardan biri, kuruluşlarımızın düşük karbonlu ekonomiye geçiş yolculuğunda ihtiyaç duyacağı teknolojileri daha geniş ölçekte yapacak işler… Diğeri ise sürdürülebilir yaşam ihtiyacı ve arzusu ile gelişecek iş alanlarında etkin olmak. Yaşam ve tüketim alışkanlıkları değişmeden iklim değişikliğine karşı atılan adımların yetersiz olacağını görüyoruz.
Her iş kolumuz için farklı önceliklerimiz var. Bu önceliklerin kesişim noktası enerji. Enerji; yapı ve tüketim ürünleri ile doğal kaynaklar sektörlerimizde en büyük hammaddemiz. Ardından su geliyor. Kaynakların etkin kullanımı ve döngüsel ekonomi de bu denklemin önemli bir parçası… Öz kullanım için yenilenebilir enerji ile kaynak kullanımında verimlilik sağlayacak yatırımları artırıyoruz. 2024 sonunda ulaşmayı hedeflediğimiz toplam kurulu güç kapasitesi 35 MW; bu kurulu güçle, bugün itibariyle toplam elektrik tüketimimizin %10’undan fazlasının yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanacağını söyleyebiliriz. Öte yandan, kuruluşlarımızda su tüketimini azaltmak üzere atık suyun yeniden kullanımını artırmaya yönelik projeler geliştiriyoruz.
Sürdürülebilirlik konularına eskiden sosyal sorumluluk çalışmalarının bir unsuru olarak bakılırdı. Artık değer yaratım, risk, fırsat ve değerleme süreçlerinin ana unsurlarından biri haline geldi, diyebilir miyiz?
Aksini iddia edebilir miyiz? Bu konuda somut bir yol haritanız yoksa ve durumunuzu net olarak ortaya koyamıyorsanız, rekabetçi pazarların bir ortağı olmanız da neredeyse imkânsız hale geldi. Sürdürülebilir bir değer zinciri yaratamayan kurumlar değerlerini korumada; rekabetçi yetenekleri kendilerine çekmede, rekabetçi finansmana ulaşmada sorun yaşayacaklar. İhraç ürünleri ek vergilere muhatap olacak. İşleri, ciroları ve karları daralacak. Hızlı hareket edenler, doğru adımları atanlar, hem yerkürenin geleceği için çaba göstermiş olacak; hem de rekabet avantajı yaratıp işlerini sürdürülebilir şekilde büyütecekler.